Bu Blogda Ara

Sayfalar

16 Aralık 2010

Kültür Başkentinden Kültür Seçin

İçinde bulunduğumuz 2010 Yılı büyük bir talihsizlik sonucu İstabnul Dünya Kültür Başkenti oldu :-((

İstabnul 2010 Yılında her anlamda Avrupa'nın Kültür Başkenti oldu.

İstabnul böylesi kültür ve sanat dolu bir yıl yaşamamıştı.

Tabi burda bahsedilen ve edilecek olan kesinlikle "İstanbul Bayülgen" değil. Milyonlarca İstanbullunun kabahatleri bir küçük kıza yüklenemez.

Gelelim başkentimizde satılan kültürleri tanıma fasl-ı şahanesilerine:

Restorasyon Kültürü
Bizim Bir Numaralı huyumuzdur, önce adı geçen organizasyonun düzenlenme vazifesini alırız, fakat genelde bu organizasyonu gerçekleştirecek mekanımız yoktur, ancak takvimler organizasynonun düzenlenme tarihine yaklaşınca bu mekanları inşa etmeye veya tamir etmeye başlarız.
Kısaca önce düzenleme hakkı, sonra mekan mevcudiyeti.

Çorko Kültürü
Çorkolardan bundan önceleri hatrı sayılır oranda bahsetmiştim, Blog'umu okuyanlar zaten bilirler.
Güzelim İstanbulumuzun içine etmeleri yetmiyormuş gibi üstüne gelen misafirlere çorkolar tarafından yapılan saygısızlıklar diz boyu.

Trafik Kültürü
İstanbulda adettir, her zaman trafik kuralları ihlal edilir, bunun sonucunda da trafik sürekli tıkanır, tıkanıklıktan kurtulabilmek için de kurallar bir kez daha hiçe sayılır, bunun üzerine zaten arap saçına dönüşmüş olan trafik daha fazla bir tıkanır.
Bu kural ihlallerini kendi içlerinde çeşitli maddelere ayırabiliriz:
3.1: Kırmızı Işık İhlali
Tüm dünyada kırmızı ışıkta durulur, ama bizim burda nedense kırmızı ışığa hiç dikkat edilmez, hem araçlar hem de yayalar tarafından.
3.2: Sollama İhlali
Genel olarak trafiğin bizim ülkemizdeki gibi sağdan akan ülkelerde öndeki arabaların ilerisine soldan geçilir, zaten bunun için adına sollama demişler, ileriye sağdan geçilebilen ülkelerde trafik akışı yolun sol tarafından sağlanmaktadır.
Fakat bu soldan geçebilme kuralı burası için pek geçerli değildir. Yeri geldiğinde İngiltere kuralları da burda geçerli sayılmaktadır.
3.3: Hız Sınırı İhlali
Her nedense araba kullandıklarını sananlar direksiyon başına geçtiklerinde arabayı bir anda yüz kilometre sürate çıkarmayı kendileri için büyük bir gereklilik sanıyorlar, yüz kilometrenin de üstüne çıkarmak küçük bir marifet, yüzelli küsür de büyük marifet.
3.4: Ayakta Yolcu Alma
Otobüsler ve minibüsler ayakta yolcu almazlarsa maliyeti kurtaramıyacaklarını düşündükleri için herhalde. Hatta son zamanlarda bu işkenceli yöntemlere İETT de uydu, hatta günümüzde İETT'nin özelleştirilmesi dahi düşünülüyor, ama bu ayrı bir yazı konusu.
3.5: Park İhlali
İstabnulda araba park edilmemiş kaldırım var mı?
Trafiği şimdilik bir tarafa bırakalım, bir başka gün bu konuyu uzun uzun tartışırız.

Yürüme Kültürü
Aynı araba kullanmak gibi, yolda yürürken yolun sağ tarafından yürümemiz gerektiğini malesef ki bir avuç azınlığımızın dışında bilmiyoruz.
Hayatında sokağa çıkmaktan aciz insanat yürümeyi ne kadar bilebilir?
Bu işin tek bir raconu var:
"Yürümesini bilmiyorsan yürümeyeceksin."
Bu kadar basit.

Müzük Kültürü
Sağolsun bizim müzik diye dinlediklerimizin yüzde doksanı aynen sevgili Hande Yener'in dediği gibi "Bakkal Müzüğü", fakat kendisi de bu tarz müzük yaptığı için bu konuda fazlama yorum yapma hakkına sahip olduğunu düşünmüyorum.
Müziğin güzelini dinlemek için de sevgili Fazıl Say'a müracaat ettiğimde de kendisinin de bir başka müzük türünü aşağılaması benim tepemi attırıyor, ya sizin?
Bir sanatçıya bu şekilde polemiğe girmek yakışır mı?
Herkesin müzüğü kendisine aittir.
Birimizin sevdiğini ben sevmiyor olabilirim, benim sevdiğim türü sizden birisi sevmiyor olabilir, buna ben karışamam ki, değil mi ama?

Piknik Kültürü
İstabnulun sahiller kenarlarında özellikle yaz zamanları tüm mahalle cümbür cemaat yeşilliklerin ortalarına yayılırlar. Yayılmaları bir şey değil, bu yayılmaların sonucunda mangallar yakılır, mangallarda et tavuk balık gibi ürünler pişirilir. Bu da hade normal diyelim, aslinda parkların ortalarında olur mu boile derler ama biz şimdilik idare edelim, bunun yanında birası var, rakısı var, alkollü içecek olmadan mangal partisi olur mu?
Kısaca yaz zamanları etrafta bir kaç tane çorko görmek isterseniz sadece İstabnulun sahillerini dolaşsanız yeterli.

Tren Dö Banli Kültürü
Trenler konusunda çok yazı yazdım, artık buraya uzun uzun yazmak istemiyorum, ama trenlerden İstanbul çok çekti
7.1: Kapıda Asılanlar
Özellikle Halkalı - İstanbul hattındaki -günümüzde artıkım emekli olan- E8 Serisi Tren Dö Banlilerinde ısrarla kapıyı açık tutup yaz kış demeden trenin dışında seyahat etmeyi kendisine büyük bir marifet sayan gençlik aslinda kendisine ne kadar zarar verdiğinin farkında mıdır dersiniz?
Düşüp ölse belki kendisi kurtulucak, ama Devlet, Treninin seferinin bir yolcu yüzünden gecikmesini affetmez.
7.2: Bedavacılar
Yine aynı güzergah başta olmak üzere çeşitli istasyonlarda ana giriş kapısı yerine canlarını tehlikeye atarak yolun yan tarafından içeri girmekle gerçekleştiriliyor.
Bir de sıkışık zamanlarda turnikelerin üzerlerinden atlıyarak istasyona kaçak giriş yapılması olayı var.
Ve tüm bunlara güvenlik görevlileri hiç bir önlem al(a)mıyor.

Deniz Girme Kültürü
Bu konu da aslinda 2th maddedeki Çorko ve 6th maddedeki Piknikçiler tayfasıyla alakalı, yüzmeyi bilmiyenler Kınalıada, Yeşilköy, Caddebostan gibi sahilin yeni açılan veya eskiden beri mevcud olan plajlarında denize girmeye çalışırlar, fakat her nasılsa içlerinden bir kaç tanesi o girdikleri denizden bir daha çıkamaz.
Sahilde oturup güneşlenirken çıkarttıkları sesler resmen ortalığı inletmeye yeter de artar bile.
Bir de geldikleri semtlere zarar vermek gibi kötü huyları da vardır bunların.
Kısaca, tüm bunlar olmadan İstabnulda denize girilmez.

Futebol Kültürü
Futebol artıkım İddaa çıktı çıkalı Türkiyede geberdi, futbolda dönen paranın miktarına bakılıcak olursa Türkiyenin Dünya Kupasını kazanamsı gerek, ama biz daha kazanmak şöyle kenarda bir dursun, elemeleri geçip katılamıyoruz bile.
Geçen yıl en kolay gruptan bile çıkamamıştık, önümüzdeki turnuvaya katılıp katılamayacağımız bile kesin değil.
İngiltereyi istiyoruz, ama adamlara tarihimizde oynadığımız hiç bir müsabakada gol kaydına muvaffak olamamışız, ve en acısı da Azerbaycan gibi önüne gelenin beş tane atmazsa diğerleri tarafından dalga geçilecek bir takıma malesef mağlup oluyoruz.
Bu futbolla mı katılıcağız biz Dünya Kupasına?
İngiltereye böyle mi gol atacağız?
Sorarım size.
Ondan sonra da Fenerbahçe Trabzonu yenemeyip de şampuanlığı Bursaya bıraktığı gün Saraçoğlu Stadında sırf arabanın tavanı siyah beyaz damalı olduğu için içindeki kızlara saldıracak kadar gözümüz dönmüş.
En acısı da, arabaya saldıranlar da Fenerbahçeli, arabanın içindeki kızlar da Fenerbahçeli.
Bir Fenerbahçeli bir başka Fenerbahçeliye bunu yapar mı?

Televizyon Kültürü
Eskiden tek kanallı zamanında herkesin ortak bir zevkiydi.
Zamanla kanallar arttı, seçimler çoğaldı, fakat prorgamlar kalitesizleşti :-((
Günümüzde ise dizilerin tanıtımları için dizilerin konuları içinde eğer tecavüz ve ilişki sahneleri varsa o sahnelere bel bağlanmış durumda.
Bir de reklamların fazlalıkları da var tabi bu kültürün içinde.
Dizilerin veya filmlerin içlerine etmekten geri kalmazlar, sonra her bir reklam en az iki üç sefer gösterilmesi gerekir.

İnternet Kültürü
Televizyon eğlenceleri eskidikten sonra hayatımıza giren internet bize büyük bir bilgi ve eğlence birikimi sağladığı gibi iyi tarafları varken her tarafta olduğu gibi içinde kötülükleri de barındırıyor.
Mesela bunlardan birisi yazdığı yazıyı anlaşılamıyan zümre.
YaNi qhıshacha yhazdhıqhLarıNdhaN hiç ßir şéyh aNLaMazshıNız, çüNqhü yhazıLarı dha dhéğişiqhtir, dhiLLéri dhé

(Yani kısaca yazdıklarından hiç bir şey anlamazsınız, çünkü yazıları da değişiktir, dilleri de)
Normalde bu dilde bir şey yazmam, ama bunu örnek göstermem lazımdı, siz de eğer bu dili öğrenmek istiyorsanız size linkini asla ve asla vermem bilginiz olsun :-))
Tabi bir de Türkçeyi yanlış kullanan tipler de var, buna örnek olarak da ayrı yazılması gereken "ki" bağlaçtır, "de" ise dahi anlamındadır, ısrarla bitişik yazılır nedense. Buna mukabil bitişik yazılması gereken "-de" bir yer veya şahısta olması söz konusu olduğu manasına gelir, "-ki" ise iyelik ekidir, bunlar da her nedense ısrarla ayrı yazılmaktadır.
Hatta buna artı parantez, soru ekleri olan "mi" ve serisi kelimeden ayrı yazılması gerekir.
Fakat günümüzde bu konuya dikkat eden kişi sayısı sadece bir avuçla sınırlı ne yazık ki :-((

Türkçe Kültürü
Gelelim en önemli konulardan birine.
Yazdığımız ve konuştuğumuz sözcüklerin kaç tanesi Türkçe?
Kısaca biz Türkçe biliyor muyuz?
Yoksa Türkçe bildiğimizi mi sanıyoruz?
Çevremizde yabancı dillerden aktarılmış, aktarılırken de Türkçeye uydurulmuş sözcüklerin sayısı ne yazık ki gerçek Türkçe sözcüklerden fazla :-((
İşin daha da tuhafı bu sözcüklerin Türkçe olduklarını sanıyoruz :-((


İmdı avdet eyliyelim işbu kültüratın fiyatlarına:
Ewela şunu söyleyeyim ki yukarda zikrettiğim ve size birazcık da olsa açıklamaya çalıştığım kültürlerin eğitimi için mektep veya medreseye gitmeye fazlama gerek yok, sadece bir parçacık da olsa okur kışarlığınız varsa sokaklarda birazcık takılın, siz de diğerlerini gözetleyerek çok kolayca öğrenebilirsiniz.
Sadece sokakta geçireceğiniz uzun saatlar süresince karnınız acıktığında yiyeceğiniz yemeğin lokantada istenecek olan parası size masraf olacak.

14 Aralık 2010

Müziğin Kaldırma Gücü

Bu aşağıdaki okuyacağınız yazı bu kez benim yazım değil, fakat yazdıklarımız o kadar birbirine benziyor ki, paylaşmadan yerimde duramazdım.

Müziğin kaldırma gücü olmasaydı, hayat hepimizi yere yapıştırırdı. Öyle ağır gelirdi ki bazı duygular, melodilerle bas bas dışarı bağırılmasalar.
Şükür ki, şarkılar bize böyle hisseden'in sadece biz olmadığımızı hatırlatırlar.
Yolda yürürken, bize ritim tutar, kulağımıza aşk masalları fısıldayarak bizi avutur, elektrikli gitarlarla bizi isyana çağırırlar.
Ya da mesela Bach gibi bir anda her şeyden bahsederler.
Ne yaparlarsa yapsınlar, mutlaka halimizden anlarlar.
Bazılarını duyunca ağlarız. Bazı albümler, bir sürü anahtarı olan anahtarlıklar gibidir. O dönemki bütün kilitlerimizi açarlar. Ruhumuzun koridorlarında cirit atarlar. Kimsenin girmediği odalarda, çapkın çapkın dans ederler.
Kimsenin en sevdiği şarkı aynı değildir. Çünkü kimse aynı değil.
Herkesin tıpkı kendine sakladığı küçük ‘kendi'leri gibi, gizliden gizliye sevdiği şarkılar da vardır. Seviyor işte ne vardır!
Bir duyuşta ağlatır, bir vuruşta hoplatırlar. İnsafları yoktur. Ağızdan lafı alırlar. Tam öyle diyecektim dedirtirler. Hah, buydu işte hissettiğim dedirtirler. Bizi herkesten, annemizden, babamızdan, arkadaşımızdan iyi tanırlar.
Bizim hiç yaşayamayacağımız şeylerden, hiç gitmeyeceğimiz yerlerden bahsederler.
Aslında biz de o kadar ileri gitmek isteriz de işte, cesaretimiz yoktur. Müzik, kollarımızı havaya kaldırır ve biz o duyguya teslim oluruz.
Müzik olmasa, birbirimizi tanımasak da hep bir ağızdan söyleyebildiğimiz bir şeyimiz olmazdı.
Affetmemiz, öpüşmemiz, hatırlamamız ve zıplamamız azalırdı.
İyi kötü bir dansımız olmazdı. Her şeyin gücü azalırdı.
Müziğin kaldırma gücü olmasaydı, senin de kaldırma gücün olmazdı.
Olur demeyin sakın, olmazdı.

Eğer müzik olmasaydı ben de bu satırları yazarından araklamazdım.
Teşekürler Nil :-))