Bu Blogda Ara

Sayfalar

31 Aralık 2010

2011'e Mektup

Ey 2011?

Zaten sormadan geliyorsun, efendi gibi gel, efendi gibi git.
İstikrarlı ol, akıllı ol, sağlam ol.
Bir verip iki alma, insanın canını sıkma, çileden çıkartma, kırma ve üzme.
Şunun şurasında topu topu üçyüzaltmışbeş güncük ömrün var.
Tüm güzelliklerini ver ve adabınla git.
Ne "Millenium"lar gördüm ben ama bunun gibisini görmedim, süperdi dedirt.
Yapabilirsin, sende o potansiyeli görüyorum ben.
Sen 2011'sin, göster farkını.

İşte Bu Da Yine Bitti

İşte geçen yıl bu zamanlar karşıladığımız 2010 bitiverdi :-(( Ya da bitiyor.
Kafakağıtlarımız birer yıl daha eskidi, yaşlanıyoruz artıkım ...





Yaşlanmak bir şey değil, yorgunluk artıyor bu sefer, bir de stress, hepsinin toplamı kafamda saç kalmadı :-((


 Bu yıl size başka bir telden tebriğimi yazıyorum:


Herkes kutluyor ben daha bekliyorum, neyi bekliyorsam :-) Yeni yıl, yeni umutlar, yeni başlangıçlar, belki yeni bir hayat .. Ama, sevgiye, saygıya biraz daha önem vermek .. Tatlı bir dil, biraz tebessüm, kalıcı dostluklar, sıcak sohbetler, içten ve yürekten gelen paylaşımlar, ağızdan çıkıp yüreğe akan zehir değil bal olan sözler :-)
Sağlık - huzur ikilisi gene olsun, onlar hep cepte olmalı zaten.
2011
Seni sevelim, sen de bizi sev ama ....
Yeni yılın kellere saç, hastasına maç, işsize iş, dişsize diş, üşüyene gocuk, olmayana çocuk, nazar değmişe hoca, evde kalmışa koca, dırdırcıya akıl, onu çekene sabır vermesini, herkeze huzur sağlık para ve üniversite sınavlarına hazırlananlara bol miktarda başarı (sabır) getirmesini dilerim ... Mutlu seneler




Çünkü ateşe baca, kitaba hoca, bana da bir koca lazım, tüm bunların hepsi de mutlaka bu gece lazım :-))
Anladınız sanırım onu siz, yeni yılda yazışmak üzere şimdilik hoşçakalın.

22 Aralık 2010

Aşk Hakkında Bir Çeşitleme

Seni annen kadar sevicek ve baban kadar merak edicek hiç kimse yoktur, onun için bana hiç kimse aşktan bahsetmesin.
Çünkü aşk bazen yeni çıkan filmin fragmanı gibidir, görebiliceğin tüm güzellikler yalnızca tanıtımda verilir.
Kaldı ki dişilik tek bir gece işe yarar, kişilik ise ömür boyu.

21 Aralık 2010

Dünya Kupası Şampiyonu Fenerbahçe

Türkiye Kupasını gören son Fenerbahçeliler dediler, önce Türkiye Kupasını kazandık



Sevgili Google bile bizlerle dalga geçmişlerdi.



Geçen Nisan Ayında İndesit Şampiyonlar Ligi Final Mücadelesinde çok tartışmalı bir şekilde Volley Bergamo'ya mağlup olarak kendi ellerimizle kupayı verdik.



Tüm bunlara rağmen yılmadık, tüm bu şamarları savuşturmayı başardık.

Bizim üstümüze gülenlere en güzel cevap biraz önce Katar'dan geldi.
Cefakar taraftarımızın da desteğiyle Dünya Kupasında oynadığımız tüm müsabakaları ezici bir üstünlükle set dahi vermeden kazanan Fenerbahçe sekiz ay ewel üzüntüden ağlattığı Avrupa ile sınırlı şampiyonluktan çok ama çok daha değerlisini, Dünya Kupası'nı alarak önce Galatasaray'a, sırayla İnokta Basın'a, Efes Pilsen'e ve Raakip Taraftarlara kapak yaptı :-))


İşte görüyorsunuz, açıklama yapmama bile gerek kalmadı.

Yarın Sevgili Ali Şen'in biz taraftarlara verdiği söz yarım yamalak yerine geliyor:
"Bir gün Atatürk Havaalanına bir uçak inecek, o uçaktan da Avrupa Kupası kazanmış bir Fenerbahçe inecek."
Yarım yamalak olmasının sebebi Fenerbahçe'nin Avrupa Şampiyonu değil, DÜNYA ŞAMPİYONU olması.
Dünya Şampiyonu olmak Avrupa Şampiyonluğundan daha büyük bir başarı.

MÜSABAKA CETVELİ

Stad : AL GARAFA

HAAKEMLER : Dejan Jovanoviç, Susana Rodriguez

FENERBAHÇE
Katarzyna Ewa Skowronska, Luibov Solokova, Helia Rogerio de Souza Pinto Fofao, Christiane Fürst, Nataşa Osmokroviç, Eda Erdem

SOLLYS OSASCA
Carolina, Silva Adenizia, Menezes Thaisa, Carvalho Jaqueline, Gonzaga Welissa, Pererira Natalia


SETLER
25 - 23 + 25 - 22 + 25 - 17 = 75 - 62

Sizleri biraz müsabakadan resimlerle baş başa bırakalım:


Cefakar Taraftarımız bizi Katar'da da yalnız bırakmadı.


Teknik Molalardan Birisi


Burası Sanki Kadıköy, Değil Mi Sizce?


Bu kadar desteği boşa mı bırakıcaktık?


Bize adımızla sanımızla FENERBAHÇE demişler, ne zaman ne yapıcağımız hiç ama hiç belli olmaz.


Müsabaka öncesi seremoni faslı


Bir başka açıdan seremoni


Müsabakayı Fenerbahçe Televizyonundan Anlatan Sunucu belki de hayatının en kolay müsabakalarından birisini anlatmıştır.

Müsabaka resimleri Fenerbahçe Spor Kulübü Resmi Web-Sitesi'nden alınmıştır.

16 Aralık 2010

Kültür Başkentinden Kültür Seçin

İçinde bulunduğumuz 2010 Yılı büyük bir talihsizlik sonucu İstabnul Dünya Kültür Başkenti oldu :-((

İstabnul 2010 Yılında her anlamda Avrupa'nın Kültür Başkenti oldu.

İstabnul böylesi kültür ve sanat dolu bir yıl yaşamamıştı.

Tabi burda bahsedilen ve edilecek olan kesinlikle "İstanbul Bayülgen" değil. Milyonlarca İstanbullunun kabahatleri bir küçük kıza yüklenemez.

Gelelim başkentimizde satılan kültürleri tanıma fasl-ı şahanesilerine:

Restorasyon Kültürü
Bizim Bir Numaralı huyumuzdur, önce adı geçen organizasyonun düzenlenme vazifesini alırız, fakat genelde bu organizasyonu gerçekleştirecek mekanımız yoktur, ancak takvimler organizasynonun düzenlenme tarihine yaklaşınca bu mekanları inşa etmeye veya tamir etmeye başlarız.
Kısaca önce düzenleme hakkı, sonra mekan mevcudiyeti.

Çorko Kültürü
Çorkolardan bundan önceleri hatrı sayılır oranda bahsetmiştim, Blog'umu okuyanlar zaten bilirler.
Güzelim İstanbulumuzun içine etmeleri yetmiyormuş gibi üstüne gelen misafirlere çorkolar tarafından yapılan saygısızlıklar diz boyu.

Trafik Kültürü
İstanbulda adettir, her zaman trafik kuralları ihlal edilir, bunun sonucunda da trafik sürekli tıkanır, tıkanıklıktan kurtulabilmek için de kurallar bir kez daha hiçe sayılır, bunun üzerine zaten arap saçına dönüşmüş olan trafik daha fazla bir tıkanır.
Bu kural ihlallerini kendi içlerinde çeşitli maddelere ayırabiliriz:
3.1: Kırmızı Işık İhlali
Tüm dünyada kırmızı ışıkta durulur, ama bizim burda nedense kırmızı ışığa hiç dikkat edilmez, hem araçlar hem de yayalar tarafından.
3.2: Sollama İhlali
Genel olarak trafiğin bizim ülkemizdeki gibi sağdan akan ülkelerde öndeki arabaların ilerisine soldan geçilir, zaten bunun için adına sollama demişler, ileriye sağdan geçilebilen ülkelerde trafik akışı yolun sol tarafından sağlanmaktadır.
Fakat bu soldan geçebilme kuralı burası için pek geçerli değildir. Yeri geldiğinde İngiltere kuralları da burda geçerli sayılmaktadır.
3.3: Hız Sınırı İhlali
Her nedense araba kullandıklarını sananlar direksiyon başına geçtiklerinde arabayı bir anda yüz kilometre sürate çıkarmayı kendileri için büyük bir gereklilik sanıyorlar, yüz kilometrenin de üstüne çıkarmak küçük bir marifet, yüzelli küsür de büyük marifet.
3.4: Ayakta Yolcu Alma
Otobüsler ve minibüsler ayakta yolcu almazlarsa maliyeti kurtaramıyacaklarını düşündükleri için herhalde. Hatta son zamanlarda bu işkenceli yöntemlere İETT de uydu, hatta günümüzde İETT'nin özelleştirilmesi dahi düşünülüyor, ama bu ayrı bir yazı konusu.
3.5: Park İhlali
İstabnulda araba park edilmemiş kaldırım var mı?
Trafiği şimdilik bir tarafa bırakalım, bir başka gün bu konuyu uzun uzun tartışırız.

Yürüme Kültürü
Aynı araba kullanmak gibi, yolda yürürken yolun sağ tarafından yürümemiz gerektiğini malesef ki bir avuç azınlığımızın dışında bilmiyoruz.
Hayatında sokağa çıkmaktan aciz insanat yürümeyi ne kadar bilebilir?
Bu işin tek bir raconu var:
"Yürümesini bilmiyorsan yürümeyeceksin."
Bu kadar basit.

Müzük Kültürü
Sağolsun bizim müzik diye dinlediklerimizin yüzde doksanı aynen sevgili Hande Yener'in dediği gibi "Bakkal Müzüğü", fakat kendisi de bu tarz müzük yaptığı için bu konuda fazlama yorum yapma hakkına sahip olduğunu düşünmüyorum.
Müziğin güzelini dinlemek için de sevgili Fazıl Say'a müracaat ettiğimde de kendisinin de bir başka müzük türünü aşağılaması benim tepemi attırıyor, ya sizin?
Bir sanatçıya bu şekilde polemiğe girmek yakışır mı?
Herkesin müzüğü kendisine aittir.
Birimizin sevdiğini ben sevmiyor olabilirim, benim sevdiğim türü sizden birisi sevmiyor olabilir, buna ben karışamam ki, değil mi ama?

Piknik Kültürü
İstabnulun sahiller kenarlarında özellikle yaz zamanları tüm mahalle cümbür cemaat yeşilliklerin ortalarına yayılırlar. Yayılmaları bir şey değil, bu yayılmaların sonucunda mangallar yakılır, mangallarda et tavuk balık gibi ürünler pişirilir. Bu da hade normal diyelim, aslinda parkların ortalarında olur mu boile derler ama biz şimdilik idare edelim, bunun yanında birası var, rakısı var, alkollü içecek olmadan mangal partisi olur mu?
Kısaca yaz zamanları etrafta bir kaç tane çorko görmek isterseniz sadece İstabnulun sahillerini dolaşsanız yeterli.

Tren Dö Banli Kültürü
Trenler konusunda çok yazı yazdım, artık buraya uzun uzun yazmak istemiyorum, ama trenlerden İstanbul çok çekti
7.1: Kapıda Asılanlar
Özellikle Halkalı - İstanbul hattındaki -günümüzde artıkım emekli olan- E8 Serisi Tren Dö Banlilerinde ısrarla kapıyı açık tutup yaz kış demeden trenin dışında seyahat etmeyi kendisine büyük bir marifet sayan gençlik aslinda kendisine ne kadar zarar verdiğinin farkında mıdır dersiniz?
Düşüp ölse belki kendisi kurtulucak, ama Devlet, Treninin seferinin bir yolcu yüzünden gecikmesini affetmez.
7.2: Bedavacılar
Yine aynı güzergah başta olmak üzere çeşitli istasyonlarda ana giriş kapısı yerine canlarını tehlikeye atarak yolun yan tarafından içeri girmekle gerçekleştiriliyor.
Bir de sıkışık zamanlarda turnikelerin üzerlerinden atlıyarak istasyona kaçak giriş yapılması olayı var.
Ve tüm bunlara güvenlik görevlileri hiç bir önlem al(a)mıyor.

Deniz Girme Kültürü
Bu konu da aslinda 2th maddedeki Çorko ve 6th maddedeki Piknikçiler tayfasıyla alakalı, yüzmeyi bilmiyenler Kınalıada, Yeşilköy, Caddebostan gibi sahilin yeni açılan veya eskiden beri mevcud olan plajlarında denize girmeye çalışırlar, fakat her nasılsa içlerinden bir kaç tanesi o girdikleri denizden bir daha çıkamaz.
Sahilde oturup güneşlenirken çıkarttıkları sesler resmen ortalığı inletmeye yeter de artar bile.
Bir de geldikleri semtlere zarar vermek gibi kötü huyları da vardır bunların.
Kısaca, tüm bunlar olmadan İstabnulda denize girilmez.

Futebol Kültürü
Futebol artıkım İddaa çıktı çıkalı Türkiyede geberdi, futbolda dönen paranın miktarına bakılıcak olursa Türkiyenin Dünya Kupasını kazanamsı gerek, ama biz daha kazanmak şöyle kenarda bir dursun, elemeleri geçip katılamıyoruz bile.
Geçen yıl en kolay gruptan bile çıkamamıştık, önümüzdeki turnuvaya katılıp katılamayacağımız bile kesin değil.
İngiltereyi istiyoruz, ama adamlara tarihimizde oynadığımız hiç bir müsabakada gol kaydına muvaffak olamamışız, ve en acısı da Azerbaycan gibi önüne gelenin beş tane atmazsa diğerleri tarafından dalga geçilecek bir takıma malesef mağlup oluyoruz.
Bu futbolla mı katılıcağız biz Dünya Kupasına?
İngiltereye böyle mi gol atacağız?
Sorarım size.
Ondan sonra da Fenerbahçe Trabzonu yenemeyip de şampuanlığı Bursaya bıraktığı gün Saraçoğlu Stadında sırf arabanın tavanı siyah beyaz damalı olduğu için içindeki kızlara saldıracak kadar gözümüz dönmüş.
En acısı da, arabaya saldıranlar da Fenerbahçeli, arabanın içindeki kızlar da Fenerbahçeli.
Bir Fenerbahçeli bir başka Fenerbahçeliye bunu yapar mı?

Televizyon Kültürü
Eskiden tek kanallı zamanında herkesin ortak bir zevkiydi.
Zamanla kanallar arttı, seçimler çoğaldı, fakat prorgamlar kalitesizleşti :-((
Günümüzde ise dizilerin tanıtımları için dizilerin konuları içinde eğer tecavüz ve ilişki sahneleri varsa o sahnelere bel bağlanmış durumda.
Bir de reklamların fazlalıkları da var tabi bu kültürün içinde.
Dizilerin veya filmlerin içlerine etmekten geri kalmazlar, sonra her bir reklam en az iki üç sefer gösterilmesi gerekir.

İnternet Kültürü
Televizyon eğlenceleri eskidikten sonra hayatımıza giren internet bize büyük bir bilgi ve eğlence birikimi sağladığı gibi iyi tarafları varken her tarafta olduğu gibi içinde kötülükleri de barındırıyor.
Mesela bunlardan birisi yazdığı yazıyı anlaşılamıyan zümre.
YaNi qhıshacha yhazdhıqhLarıNdhaN hiç ßir şéyh aNLaMazshıNız, çüNqhü yhazıLarı dha dhéğişiqhtir, dhiLLéri dhé

(Yani kısaca yazdıklarından hiç bir şey anlamazsınız, çünkü yazıları da değişiktir, dilleri de)
Normalde bu dilde bir şey yazmam, ama bunu örnek göstermem lazımdı, siz de eğer bu dili öğrenmek istiyorsanız size linkini asla ve asla vermem bilginiz olsun :-))
Tabi bir de Türkçeyi yanlış kullanan tipler de var, buna örnek olarak da ayrı yazılması gereken "ki" bağlaçtır, "de" ise dahi anlamındadır, ısrarla bitişik yazılır nedense. Buna mukabil bitişik yazılması gereken "-de" bir yer veya şahısta olması söz konusu olduğu manasına gelir, "-ki" ise iyelik ekidir, bunlar da her nedense ısrarla ayrı yazılmaktadır.
Hatta buna artı parantez, soru ekleri olan "mi" ve serisi kelimeden ayrı yazılması gerekir.
Fakat günümüzde bu konuya dikkat eden kişi sayısı sadece bir avuçla sınırlı ne yazık ki :-((

Türkçe Kültürü
Gelelim en önemli konulardan birine.
Yazdığımız ve konuştuğumuz sözcüklerin kaç tanesi Türkçe?
Kısaca biz Türkçe biliyor muyuz?
Yoksa Türkçe bildiğimizi mi sanıyoruz?
Çevremizde yabancı dillerden aktarılmış, aktarılırken de Türkçeye uydurulmuş sözcüklerin sayısı ne yazık ki gerçek Türkçe sözcüklerden fazla :-((
İşin daha da tuhafı bu sözcüklerin Türkçe olduklarını sanıyoruz :-((


İmdı avdet eyliyelim işbu kültüratın fiyatlarına:
Ewela şunu söyleyeyim ki yukarda zikrettiğim ve size birazcık da olsa açıklamaya çalıştığım kültürlerin eğitimi için mektep veya medreseye gitmeye fazlama gerek yok, sadece bir parçacık da olsa okur kışarlığınız varsa sokaklarda birazcık takılın, siz de diğerlerini gözetleyerek çok kolayca öğrenebilirsiniz.
Sadece sokakta geçireceğiniz uzun saatlar süresince karnınız acıktığında yiyeceğiniz yemeğin lokantada istenecek olan parası size masraf olacak.

14 Aralık 2010

Müziğin Kaldırma Gücü

Bu aşağıdaki okuyacağınız yazı bu kez benim yazım değil, fakat yazdıklarımız o kadar birbirine benziyor ki, paylaşmadan yerimde duramazdım.

Müziğin kaldırma gücü olmasaydı, hayat hepimizi yere yapıştırırdı. Öyle ağır gelirdi ki bazı duygular, melodilerle bas bas dışarı bağırılmasalar.
Şükür ki, şarkılar bize böyle hisseden'in sadece biz olmadığımızı hatırlatırlar.
Yolda yürürken, bize ritim tutar, kulağımıza aşk masalları fısıldayarak bizi avutur, elektrikli gitarlarla bizi isyana çağırırlar.
Ya da mesela Bach gibi bir anda her şeyden bahsederler.
Ne yaparlarsa yapsınlar, mutlaka halimizden anlarlar.
Bazılarını duyunca ağlarız. Bazı albümler, bir sürü anahtarı olan anahtarlıklar gibidir. O dönemki bütün kilitlerimizi açarlar. Ruhumuzun koridorlarında cirit atarlar. Kimsenin girmediği odalarda, çapkın çapkın dans ederler.
Kimsenin en sevdiği şarkı aynı değildir. Çünkü kimse aynı değil.
Herkesin tıpkı kendine sakladığı küçük ‘kendi'leri gibi, gizliden gizliye sevdiği şarkılar da vardır. Seviyor işte ne vardır!
Bir duyuşta ağlatır, bir vuruşta hoplatırlar. İnsafları yoktur. Ağızdan lafı alırlar. Tam öyle diyecektim dedirtirler. Hah, buydu işte hissettiğim dedirtirler. Bizi herkesten, annemizden, babamızdan, arkadaşımızdan iyi tanırlar.
Bizim hiç yaşayamayacağımız şeylerden, hiç gitmeyeceğimiz yerlerden bahsederler.
Aslında biz de o kadar ileri gitmek isteriz de işte, cesaretimiz yoktur. Müzik, kollarımızı havaya kaldırır ve biz o duyguya teslim oluruz.
Müzik olmasa, birbirimizi tanımasak da hep bir ağızdan söyleyebildiğimiz bir şeyimiz olmazdı.
Affetmemiz, öpüşmemiz, hatırlamamız ve zıplamamız azalırdı.
İyi kötü bir dansımız olmazdı. Her şeyin gücü azalırdı.
Müziğin kaldırma gücü olmasaydı, senin de kaldırma gücün olmazdı.
Olur demeyin sakın, olmazdı.

Eğer müzik olmasaydı ben de bu satırları yazarından araklamazdım.
Teşekürler Nil :-))

07 Aralık 2010

Havalar Nereye Gidiyor?

Bugün Aralığın Yedisi.
Hava dışarda günlük güneşlik.
Bir sorun bakalım neden?

Çünkü malesef üç yıl ewel gündemde "Küresel Isınma" olayı vardı ya, aslinda gündemden hiç bir zaman kalkmaması gereken, fakat bazı işgüzar patron, geri zekalı zengin, annesi genel kullanıma açık bazı evlerde hızmatçılık yapan amerkalı kesiminin işine gelmediği gibi bazı zevat-ı kiramın da işlerine bu mevzuat-ı umumiyeyi tutmak gelmedi. Fakat bilmiyorlar ki bu konu onların da başlarını afiyetle yiyecek.

Uyanın millet, Doğa insanlardan intikamını almaya başladı.
O kadar söylendi, bir derece bile ısınsa geri dönüşü yok diye, ama dinlemediler.
Artıkım geri dönüş için çok geç, dünyanın sonuna hazır olun.

Konuya vakıf olamıyanlar lütfen Blog'umu dolaşsınlar, mutlaka konuyla ilgili yazımı bulucaklardır.

Geri Dönüşüm Kukusu


Hayatından silmek istediklerini "Gerçekten" sil.
Çünkü "Geri Dönüşüm Kuku"nda bekletirsen sistemini yavaşlatır.

Belki de yalancı arkadaşlarına bir teşekür borçlusun, çünkü sana gerçek dostlarının kıymetini hatırlattıkları için.

Anlamı:
Geçmişe takılıp kalma, hayat sana ne kapılar açacak ve karşına ne fırsatlar çıkartacaktır.
Eğer takılıp kalırsan geçmişe, bu şansı göremezsin.
Bu arada arkadaş sandığın birisinin kazığı da çok kötüdür.

06 Aralık 2010

Tuzluyayım Da Kokma

Başlık da ne alaka?
Kesk-i Alaka.

Ama günümüzde malesef büfe zevat-ı kiram-ı aptaliyelerin sattıkları yiyeceklere "Israrla" tuzu boca etmelerinin sebebini anlamıyorum.
Hele ki günümüzde tuzun zararlarını bangır bangır gazeteler yazarken.
Tuz tüketiminin kan basıncını yükseltebiliceği ve bu yüksek basıncın da kalp krizi ve inme riskini arttırabiliceği doktorlar tarafından zaten hal-i hazırda malumdu, biliniyordu.
İngiliz Tıp Dergisi'nde yapılan bir çalışmaya göre bu bağlantı artık gerçek anlamda kanıtlandı.
Aynı çalışmada günlük tuz tüketiminin en fazla 5 (Yazıyla BEŞ) gram olması sağlığımızın korunması için yeterli olduğu da ortaya çıktı.
Çünkü yiyeceklerin içlerinde tuz hal-i hazırda kafi miktarda zaten mevcud.
Örnek mi?
Etin, sütün, yumurtanın, sebzenin içinde doğadan gelen mineraller içinde vücuda girmesi gereken miktarda tuz da var, çünkü tuz da doğada bulunan minerallerden birisidir.
Etler hazırlanırken tuz ile mumyalanır.

Bu konuyla ilgili de eski yazılardan birisinde yine sizlere dert yanmıştım. Fakat bu konu yeniden hortlamaya başlamakla kalmadı, resmen konu ölü olmasına rağmen şimdilerde diriltildi.

Buraya kadar okuduklarınız sağlıkla alakalı olan kısmı, bir de bu işin ağız tadı kısmı var.
Herkes tuzlu yemek zorunda değil.

Sevgili cemaat, siz siz olun, eğer büfeden aldıklarınıza büfeci sizin isteminiz dışında tuz atıyorsa sakın sattığını almayın, geri iade edin. Böylece öğrenir tuz kullanılmaması gerektiğini.
Cezası ne mi olmalı?
O sandeviçi bol tuzla kendisine yedirilmeli.
Zuhahahaha

28 Kasım 2010

Kadın = Şeytan

Kadınla şeytanın işbirliği bundan Onbin Yıl önce Adem'e Elma yedirilmesiyle resmen başladı.

Günümüzde de Erkekler Ayva yemeye devam ediyor.

Kahramanlar değişir, olaylar değişir, ama senaryo hiç değişmez, sonunda Ayvayı Erkekler yerler.



Kimseyi suçlama, çünkü suçlanacak birisi varsa o da sensin.
Sonuçta o sana küçük bir umut verdi, ama sen ona her şeyini verdin.


Bir kadının ne dediğine değil, ne demek istediğine kulak ver, çünkü onlar kimse kırılmasın diye bazı şeyleri söylemezler.
Doğrusu işin bu kısmını düşünmemiştim açıkçası :-)

Bugünkü hikaye de aha burada biter.

27 Kasım 2010

Fırtına Koptu

Şu anda ortalık gürültüden geçilmiyor. Vakit gecenin kimbilir kaçıncı yarısı.
Dışarda rüzgar Keşişlemeden esmeye zaten akşam saatlarından başlamış.
Nerden mi biliyorum?
Akşam eve gelirken Devletimin Elektrikli Treninden bir istasyon önce inip sahil boyunca bir yürüyüş yapmak istedim. Bilirsiniz istediğim bir şeyi yapmamı hiç kimse engelleyemez :-))
O zaman bile rüzgarın şiddeti çok fazlaydı, deniz dalgalanıyordu, boyu da en az iki metre vardı, üstelik de yağmurun yağması da cabası :-))
Şimdi ise bu rüzgar karadan bile hissediliyor, nerdeyse camlar uçucak.

Biz şu an İstabnul'dayız, ya Adadaki oturanlar ne yapmaktalar dersiniz?
Bu fırtınada Vapor da Mopur da -her ikisi de- çalışmazlar - diye biliyorum.

Ben insanlar için üzülmekten geçtim, ya kediler ne alemdeler?

23 Kasım 2010

Gece Melek Ve Bizim Çocuklar

Bir kaç zamandır ki geceleri uykum tutmuyor, sırf bundan dolayı geceleri kalkıp kalkıp aklıma gelenleri kağıda dökmekteyim, bakalım sonunda nasıl bir hikaye çıkacak dersiniz?
İnşallah Yılbaşında dilediğim gibi mutlu bir öykü olur :-))

Bilirsiniz ki hayat yaşanılanlarla güzeldir, anılar olmadan insan da olamaz.
Bu bağlamda hayat zaten insana her dakka gülmüyor, hemen de karşınıza bir sevgili çıkartmıyor.


Baksanıza, yılların müzmin bekar tavşanı Buggs Bunny bile sevgili buldu sonunda :-))
Ne kadar sevindim anlatamam, en az kendimin olduğu kadar :-P)
Eee, ne diyelim, Warner Kardeşler tamamına erdirsin.

25 Ekim 2010

Hayat Mı Bu?

Farkında değil hiç kimse bu yaşayanın hayatı
Aslinda yok kimsenin kimseye söyleyecek lafı
Kendi yanlışlığından ve zalimliğinden yargılıyor herkes başkalarının hayatını

Hayat insana her zaman zor geliyor
Karşımıza sürekli birer aksilik çıkıyor
Bütün yaptığımız iyi şeyler kötülük olarak bize geri dönüyor

23 Ekim 2010

Bugün - Bu Gün Arasındaki Farklar

Türkçe'deki yanlış yazımların bir tanesi de "Bugün" ve "Bu Gün" kelimeleridir ... Televizyonlardaki "Paparazzi" ve "Dizi" yayınlarından uyuşturulmuş beyinler ne yazık ki yanlışları doğruymuş gibi algılıyorlar. Zaten bu gibi insan yığınağından bu konuda bir bilgi beklemek biraz değil, kocaman bir "Saçmalık" olurdu. 
Bugün sözcüğünün yazımı için kısa örnekler verebiliriz:

İçinde olduğumuz zamanı, şu anı belirten "Bugün" bitişik yazılır.

- Bugün gerçekten çok yoruldum.

Geçmiş zamanda bir günü veya anı belirtmek istediğimizde "Bu gün" ayrı yazılır.

- 26 Ağustos, bu gün benim için çok önemliydi.
Zaten iki sözcüğün de İngilizce Tercümesi bu konuyu aydınlatmaya yeter de artar bile:

Today (Bitişik yazılan Bugün)
That day (Ayrı yazılan Bu Gün)

Sevgi

Kimseyi sevmek zorunda değilsin. İnsanlara gösterdiğin saygının onların değil senin seviyeni gösterdiğini unutma

07 Ekim 2010

Gönlünün Götürdüğü Yere Git, Tabi Gidebiliyorsan

Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama, biraz duraksa, neler olup bittiğine anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi ve varlığın ile buluşamadı.

Sorun yok, sadece bekle.

Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır, rüzgar esecektir ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur !
İzlemeye devam et, şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde, o bir dengedir, o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş, güzellik olanların içinden filizlenecektir; zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur !..

Hayat üçbuçukla dört arasındadır... Ya üçbuçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın..."

06 Ekim 2010

Sen Rakı İçince Kazananlar

Bu zıkkım olasıca nesne-i şerifi içersen:
Tekel fabrikası kazanır,
Tekel Bayiileri kazanır,
Meyhaneler kazanır,
Peynirciler kazanır,
Mezeciler kazanır,
Balıkçılar kazanır,
Anason üreticisi çiftçiler kazanır,
Şişe üreticisi kazanır,
Nakliyeci kazanır,
Taksiciler kazanır.

İçtikten sonra kaza yaparsan:
Kaportacı kazanır,
Tamirci kazanır,
Hastahaneler kazanır,
Doktorlar kazanır,
Polisler kazanır.

Kaza yapıp ölürsen;
Mezarcılar kazanır,
Tabutçular kazanır,
İmamlar kazanır,
Çiçekçiler kazanır,
Lokmacılar kazanır.


Velhasıl Tüm Türkiye Kazanır …
Bir Tek Sen Kaybedersin ... Ekonomi kazanır ...

05 Ekim 2010

Sevinç Ve Üzüntü

İyi misin diye sorma bana
Ne değişecek iyiyim desem
Sevinecek misin üzülecek misin
Sorma bana nerdesin diye
Cehennemin  Dibindeyim
Gelicek misin?


Fabrika

Hayatta kalmadıysa gideceğin başka bir yön, Bence daha çok hata vermeden fabrika ayarlarına geri dön.

04 Ekim 2010

İki Dervişin Hikayesi

İki derviş yolda giderlerken, su birikintisinden karşıya geçmek için bekleyen genç bir kadın görürler.
Dervişlerden biri, genç kadını kucakladığı gibi suyun öteki tarafına bırakır.
Ötekisi arkadaşının bu davranışına hayretle bakar. Hoş karşılamaz, farklı yorumlar, hatta içten içe ona kızar, yaklaşık bir kilometre yürüyünce daha fazla dayanamaz ve arkadaşına hışımla döner:
"Sen! Böyle bir şeyi nasıl yaparsın? Biz dervişiz! Bırak bir kadını kucaklayıp karşıya geçirmeyi, onlara bakmamız bile yasaktır!"
Öteki derviş oldukça sakin karşılık verir:
"Ben o genç kadını bir kilometre geride bıraktım. Sen? Sen ise hala onu taşıyorsun ..."

Pazartesi Sendromu Ve Sıcak Çaklıt

Malum hafta başı ... Bunun için size fazlama bir şey yazmasam bile size şu kadarını söyliyebilirim ki koskocaman gün boyunca boş boş oturmaktan ve boş gezenin boş kalfası olmaktan içime fenalıklar geldiler ... Yapmadığım tek şey uyumaktı, ama gün boyu yaşadığım stress ve tedirginlikler buna mani oldu ... Zaten geceleri uykusuzluklar çekiyorum sabahların ilk ışıklarına kadar ...
Sahi, benim bundan sornaki hayatım ne olucak sizce?

Akşam bir bardak Sıcak Çaklıt istedi içim, ama ne yazık ki tadı çok kötü geldi bana, yani koskocaman Mac Domalt'a yakışıyor mu Çaklıttan Sugar'ı esirgemek?

-Walla boile devam ediceklerse bir daha onlardan içmem, giderim Burger King'e, olur biter-
Mac Domalt da havasını alır :-))

03 Ekim 2010

Deprem

Biraz önce küçük çaplı bir sallantı hissettim, sanki oturduğum masa sallanıyor diye fazlama üstelemedim ...
Eve geldiğimde de sağolsun Annem bana sorduğu soruya bakın:
"Akşam nerelerdeydin, Adada falan mı?"
Oysa Adaya gitmeyi bırakın, sadece Cevahir'e kadar ancak gidebilmiştim, canım da orda bir "Sandeviç" çekmiş, onu tıkınıyordum.
Sordum "Neden?" diye.
"Deprem oldu" dedi bana ...
Aklı sıra beni korkutmaktan korkuyor, ama ben bu konularda korkağın tekiyim ...
Kaldı ki depreme denizde mi karada mı evde mi yollarda mı, ya da her nerde yakalanmıyacağımızı Allah'tan başka kim bilebilir?
Belki sallantıyı hissetmemiş olabilirim, iyi ki de hissetmemişim, fakat bu benim kabahatim değil.
Hem madem böyle, işbu vaziyet-i sallantıye dahilinde Japonya'da oturanlar ne yapsınlar? Orda sallantısız bir gün dahi geçmiyor ...

Coşkun Deniz

Bu aralar coşmuşum, dalgalandırıyorum bayrakları sürekli :-))
Yoksa hayatıma birileri mi girecek?
Baksanıza son bir kaç haftadır sürekli gelen ilhamlar, biraz biraz unutmadığım rüyalar, sürekli yazma arzusu, şahsımın bazı sorumluluklar alması, her şeyden önemlisi de içimde aslinda hep var olan ama bazen suskun kalan duygu ve düşüncelerimin tutsaklıklardan kurtulma çabası. Gönlüm susuyor gibi görünüyor dahi olsa bile içinde biriktirdiği cümleleri toparlamaya çalışmakta ... Ara sıra kopya da çekicek tabi, çünkü bir eser meydana getirirken esin kaynağın olmazsa olmaz :-))

Ben Ekim'im


"Sen Hayko olmalısın herhâlde galiba sanırsam?"
Çok tuhaf, benim adımı bildi, sanki beni çok iyi tanıyor gibiydi, ama ben değil onu, ona benzeyen bir kişi dahi tanımıyorum, bu sefer çuvallama sırası bana gelmişti.
Tuhaf bir bakışı vardı kızın, henüz arkadaş olmadığımız hâlde bana güven verecek. Fakat ona beni nasıl tanıdığını soramıyorum cesaretimi toplayıp :-(
Bir anda "Sus" gelmişti bana, kendimi toparlamamı sağlayan onun soğuk nefesi olmuştu:
"Lütfen üfleme böyle, beni üşütüyorsun!" dedim heyecanla.

Birden ayağa kalkıp yanıma geldi:
"Böyle incecik giyinirsen ben seni daha çook üşütürüm ..."
Aslında al başına belayı, çünkü üzerimde incecik bir "Thea Shirt" ve bir de "Short Trouser" haricinde hiçbir şey yoktu ... Kısacası üşümeyi sanırım biraz da ben istiyordum.

Çantasını açtı, elinde korkutucu cinsten bir paket vardı:
"Sana bundan vermek istemiyorum, beni istemediğim şeyleri yapmaya mecbur bırakma!"
Ben bir çığlık attım, fakat beni duymadı bile:
"Çığlıkların beş para etmez, şu sırtına bir şeyler al!"

01 Ekim 2010

Serinlik Başa Bela

Akşam vakti ... Gün bitmiş, eve dönücez :-)
Tek başına gün değil biten, bu biten gün haftayı da bitirmiş. Bir hafta sonu daha bizi bekliyor, kim bilir kaçıncı kez (?)
Sahi, hayatınızda bir sefer bile olsa hiç Hafta Sonlarınızı saydınız mı akıllarınıza getirip?

Fakat bu güzel ve serin Sonbaharın Akşamında sizleri Soyut Kavramlarla güzel kafalarınızı fazlama karıştırmak istemiyorum.
Hem biraz da başka yönleri görmek lazım, hayat sürekli değişiyor, yaşanıyor, her şeyden önemlisi de bitiyor. Kaldı ki bu soyut kavramlar bugüne kadar birçok kişiye fayda getirmedi :-)

Eveet, işbu günü de imdı akşam ettik
Malum-u aliniz mevsim değişimleri başladı ...
Fakat eskisi gibi alıştıra alıştıra değil artıkım, bir anda hava ya soğuyor ya da ısınıyor :-( Böyle de olmaz ki?
İşbu vaziyet-i umumiye dahilinde insanat da bu şekliyle sağlam kalmaz ki ...

Adım Ekim, Ben Geldim

Kapı çaldı az önce .. Zır zır tak tak falan filan feşmekan :-)
Yıkıcak sanki ortalıkları ...
Uyku sersemiyim, zar zor kalktım yerimden, malum-u aliniz biraz Şişkoyum, bu şekilde bir on dakka geçivermiş -sanırım-.
Bir kere daha taktakladı kapının tokmak kafası.
"Ay patlama, geliyorum!"
Taklarken aslinda kimin geldiğini anlamıştım, ama emin olmam lazım, ama "Kimsiz?" demek için artık çok geç.
Ne olursa olsun açtım kapıyı, hazırlıklıyım her türlü olumsuzluklara.

Karşıma uzun kollu bir palto, Başında çok şık bir şapka, Boğazında iki sefer sarılmasına rağmen nerdeyse yerleri süpüren bir atkı, mini sayılabilicek bir elbise ve nerdeyse dizlerine kadar uzanan çizmeleriyle heybetli bir kız çıktı.
Sırtındaki çantası o kadar büyüktü ki, içine belki ben dahi girebilirdim.

Az daha küçük dilimi yutucaktım, bu mevsimde böyle bir tip :-!!??

Kız da bu duygularımı hissetti, bu sefer kendi de çuvalladı.
Fakat onu görünce bir anda üşümeye başladım, onun üflediği nefes beni Dondurma Kazanına düşürülmüş Çaklıta çevirdi :-(
Bu halimi görünce kız da bana gülümsedi.
Bu gülümsemesi de beni az ewelki Dondurmanın Sahlep Denizi içinde olduğumu hissettirdi :-))
Nefesi üşümeme, gülümsemesi de terlememe rağmen içeri aldım onu, koltuğa kurulunca kendini tanıttı:
"Adım Ekim, ben geldim!"

24 Eylül 2010

Kadınlar Kabinede Çoğunluğu Sağladı

İsviçre'de kadınlar bakanlar kurulunda çoğunluğu ele geçirdi.
Sosyal Demokrat milletvekili Simonetta Sommaruga dün mecliste yapılan dördüncü tur oylamadan sonra kabineye seçildi. Böylece topu topu yedi kişilik kabinede kadınların sayısı dörde ulaştı.




İsviçre'de kadınlar 1971'den beri genel seçimlere katılabiliyor. Ancak yine İsviçre kantonlarından Appenzell İnner-Rhodes'de ise kadınların yerel seçimlere katılması 1990 yılına kadar yasaktı.

Mağara Adamlarının Gerilerinde Kaldık

Mağara insanlarının çocuk yetiştirme açısından, günümüzün "Modern" Ebeveynlerinden daha iyi oldukları belirtildi.
 



Psikologlar, bebeklerin ağlamasına izin vermek, uzun zaman bebek arabasında bırakmak ve dışarıda oynamalarına izin vermemenin, sağlıklı iletişim kuramayan bir kuşağın ortaya çıkmasına yol açtığını bildiriyorlar.

Prof. Darcia Narvaez'e göre, avcı-toplayıcı toplumlar, çocuk yetiştirme konusunda 21. yüzyılın ailelerinden daha iyi fikirlere sahipti. O dönemin çocuklarının ağlamasına asla izin verilmiyordu, çocuklar sürekli kucakta taşınıyordu, sokakta çok zaman geçiriyordu ve aylar değil yıllarca meme emiyordu.

Daily Mail'deki habere göre Prof. Narvaez, 3 yaşındaki çocukların ebeveynlerinin tutumları ve bunların avcı-toplayıcı toplumlardaki çocuk yetiştirme biçimleriyle karşılaştırıldığı bir araştırma yaptı.

Eski toplumlarda çocukların geniş ailelerde büyüdüğünü, evde anne ve baba dışındaki bir sürü insanın daha çocuğa sevgi gösterdiği bir ortamın bulunduğunu belirten Prof. Narvaez, bu ailelerde çocukların ağlamaları ve yaygaralarına daha çabuk müdahale edilebildiğini söyledi.
Narvaez, "Çok eski atalarımız ayrıca, annelerinin kucağında daha fazla zaman geçiriyorlar ve böylece yakın bağ kuruluyordu. Çocuklar dövülmüyordu" dedi.

Çocukların ayrıca dışarıda özgürce oynamasına ve çevreyi keşfetmesine izin verildiğini belirten Prof. Narvaez, bu tür bir çocuk bakımının, kişiliğinin şekillendiği ilk yıllarda çocuğun maneviyatının oluşumunda önemli olduğunu kaydetti.

Günümüzde ise uzmanlar ebeveynlere, çocukların "kontrollü ağlamasına izin vermelerini" ve yaramazlık yapan çocukların odalarına kapatılarak cezalandırmalarını tavsiye ediyor.

Yapılan araştırmalar yeteri kadar oynamasına izin verilmeyen çocuklarda hiperaktivite ve ruh sağlığı sorunları ihtimalinin daha fazla olduğunu gösteriyor.

Prof. Narvaez, son 50 yılda Amerikalı çocukların mutluluk ve huzurunda azalma olduğunu gösteren araştırmaları da hatırlattı. İngiltere'de yapılan bir araştırma da, çocuklarda ruh sağlığı sorunlarında artış olduğunu gösteriyor.

Narvaez'in araştırması, gelecek ay ABD'deki bir konferansta bilim çevrelerine sunulacak.

23 Eylül 2010

İnokta Basın, Bunu Da Yazın

Siz istersiniz de biz yazmaz mıyız?
Siz "Yaz" diyeceksiniz, biz de "Kış"ıcağız, öyle mi?

Artıkım kabuğumu kırmaya başladım, bu zaman zarfında da kelimeler cebime dolmaya başladı, havalar serinliyor, günler de kısalıyor fazlama fark ettirmeden :-((

Bu kanıya nerden mi vardım?
Cumartesi günü "Kedi Besleme Faslı" sırasında.
Fakat gündüz mama hazırlama sırasındaki heyecanı Adaya gider gitmez bir anda hayal kırıklıklarına dönüştü :-((
Kediler galiba bu yemekten hoşlanmadılar. Resmen "Yemekteyiz" Programına dönderdik işleri :-((

Neyse biz yine konuyu basının inoktalıklarına getirelim.
Aslinda basın gerçekleri, sadece gerçekleri yazdığı zaman asla "İnokta" değildir.
Kaldı ki bu slogan eskiden stadlarda futebol müsabakası izleyen seyirciler eğer haakem yanlış bir karar vermişse söylemekten çekinmezlerdi.
Fakat şimdi eskilerde kaldı, artıkım direkt ana avrat düz gidiyorlar ...

İğrenç Bir Evlenme Teklifi


Bu Resme ben kendim asla yorum yapmıyacağım, siz değerlendirin :-))

Karikatürdeki yazıları okuyamıyanlar için:

Erkek:
Şu yüzüğü tak da başının bağlı olduğu belli olsun, iş yerinde dışarda falan asılan olmasın.
Kadın:
Dünyanın en iğrenç evlenme teklifini yaptın tebrik ederim seni Allah'ın Öküzü.
Erkek:
Al hadi al ... Kaptın gene pırlantayı ... Köfte seni.

Çok Belalı Bir Kırk Gün Geliyor


Güneş Sisteminin en büyük gezegeni Jüpiter,  Dünya'ya en yakın mesafeden geçti ve pek çok yerde çıplak gözle izlendi. Bu seferki geçişi özel kılan, Uranüs'ün de Dünya'ya en yakın mesafeden geçiyor olmasıydı. "Bu normal, ne var bunda?" diyebilirsiniz. Ama astrologlar öyle demiyor: "Bu dönem geçişinden pek çok kişi etkilenecek, kavgalar çıkacak, ayrılıklar yaşanacak. Özellikle burcu ateş grubuna dahil olanlar çok dikkatli olmalı! Kararsızlıklar yaşayabilirler. Herkes birbiriyle tartışabilir, nişanlı çiftler ilişkilerini bile bitirebilir. Hatta negatif elektrikten teknolojk aletler bile etkilenip bozulabilir..."
HaberTürk'te Begüm Çelikkol imzasıyla yayımlanan habere göre, İşin uzmanları etkin güneş rüzgarları neticesinde oluşan jeomanyetik fırtınalardan insanların beyin dalgalarının ve hormon seviyelerinin etkileneceğini söylüyor ve ekliyorlar: "Bazı erkekler bu etkilere agresif tepkiler verebilir, bazıları da tam tersine yaratıcı olabilir"
Astrologların uyarıları bu yöndeyken, işin uzmanları, "Jüpiter ve Uranüs'ün dünyaya yakın geçişi kimi, nasıl etkileyecek?" sorusuna şu yanıtları verdi:

Rezzan Kiraz:

"Uranüs'ün etkileri malum. Uranüs, beklenilmeyen ani değişimler ve sürprizler yaratır. Ama bu da sizin olaylara nasıl baktığınıza bağlı. Bu gezegenlerin bizi etkileyebilmesi için önceden bir gerginliğin olması lazım. Onun dışında insanların hayatlarında yenilik ve değişim, idealizim oluşur. Eski gider, yerine yenisi gelir. Her şerde bir hayır var dedikleri meseledir. İnsanları korkutmanın anlamı yok. Bazı kişiler bunu yapıyor, bunların yanlış olduğunu düşünüyorum. Her şeyin iyi olacağını düşünüyoruz. Uranüs olmasaydı insanlar hala marada ateşi bulmaya çalışıyorlar. Uranüs için kötü konuşturmam."

Metin Sırma:

"Bu dönemde Akrep, Yengeç ve Balık burçları çok şanslı olacak. Fakat bu burçların dışındakilerde büyük gerginlikler bekleniyor. Eğer hamle yapmak istiyorsanız, iş konusunda yatırım yapmak, denemeyin. Bu dönemi atlatın öyle adım atın. Ateş grubu (Koç, Aslan ve Yay) çok dikkat etmeli. Kararsız bir dönem geçirecekler. İkili ilişkilerde karşınızdaki insanlarla ilgili kararsızlıklar yaşayabilirler. "Bu bana karşı ciddi mi, benimle dalga mı geçiyor?" şeklinde düşüncelere kapılabilirler. Toprak Grubu da (Boğa, Başak ve Oğlak burçları) çok dikkatli olmalı. Bu aralar boşanmalarda patlama olabilir. Yeni evli çiftler bile kavga edebilir. Özellikle su ve ateş grubu arasında şiddetli tartışmalar yaşanacak. Bu dönemde anlaşamayacaklar, maddi ya da manevi olarak birbirlerini tatmin edemeyecekler. En çok da Oğlak burcu dikkatli olmalı. Bu dönemde thechnologic aletler de bozulabilir. Cep telefonları, internet bağlantıları olumsuz etkilenebilir. Okula yeni başlayan çocuklar da olumsuz etkilenebilir. Bunların etkisi Kasım ayı başına kadar sürecek."

Öner Döşer:

"Dolayısıyla 21 Eylül- 29 Ekim 2010 tarihleri arasında, terör ve şiddete yönelik eylemler artabilir. Uluslar içerisinde ve uluslar arası gerginlikler yaşanabilir. İnsan eliyle yapılan çevreye zararların olumsuz sonuçlarıyla karşılaşılabilir. Doğal felaketlerde artış olabilir. Daha önce doğal felaketlerden etkilenmiş bölgelerde salgın hastalıklar görülebilir"

Bu Aralar Bilgisayarınıza Dikkat Edin

Teknolojinin hızla ilerleyişine tabii ki Trojan'lar (Truva virüsleri) de ayak uyduruyor ve her gün daha da şaşırtan taktiklerle kullanıcının karşısına çıkıyor.



İnternette girdiğiniz siteleri yayınlayan ve sahte mesajlar atan bazı Trojan'lar şimdiye kadar karşımıza çıkmıştı ancak Kenzero Trojan bunu bir adım ileriye götürüyor ve size şantaj yapıyor.
Trojan'i hazırlayan programcılar; hem girdiğiniz sayfaları, yasa dışı indirdiğiniz porno filmleri bir internet sitesinde kişisel bilgilerinizle beraber yayınlıyor ve bu bilgilerin kaldırılması karşılığında sizden 18 dolar talep ediyor.

Kenzero bir oyunun kayıt penceresi olarak karşınıza çıkıyor ve buradan kişisel belgelerinizi alıp bilgisayarınıza yerleşiyor. Bu şantajcı Trojan'in yayıldığı en büyük ağ ise Winny dosya paylaşma ağı. Bu ağın 200 milyon kullanıcısı olduğunu düşünürsek, Kenzero'nun bu ağın da dışına çıkması kaçınılmaz.

22 Eylül 2010

Bakmak Mı Görmek Mi?

Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar. Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da camaşırları asıyormuş. Kadın kocasına "Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor." demiş.
Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş.
Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş.

Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış.
"Bak" demiş kocasına, "Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba ?"
"Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim" diye cevap vermiş kocası.


Hayatta da böyle değil midir? Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve hemen yargılamaya başlamadan önce zihin durumumuza bakmak ve "iyi" olanı görmeye hazır olup olmadığımızı farketmek güzel bir fikir olabilir...

Kimsenin Yanıtlayamadığı On Soru

"Hayatın anlamı ne?" "Tanrı var mı?" ya da belki "Sarışınların hayatı daha mı eğlenceli?"
Bu sorular, dünyanın yanıt verilmesi en zor soruları.

İnternet arama motoru "Ask Jeeves" son 10 yılda yöneltilen sorular arasında 'yanıt verilemezler' grubunda en sık karşılaştığı soruların bir listesini yaptı. Liste, kurulduğu 2000 yılından bu yana siteye iletilen 1.100.000.000 arama sorusu arasından derlendi. Yanıt verilmesi zor olan başlıca konular arasında ölüm, aşk ve şöhret dikkat çekiyor. Ancak "Tony Soprano öldü mü?" de listeye giren sorulardan biri

İşte En Çok Sorulan Sorular:

1. Hayatın anlamı ne?
2. Tanrı var mı?
3. Sarışınların hayatı daha mı eğlenceli?
4. En iyi diyet hangisi?
5. Orada kimse var mı?
6. Dünyanın en ünlüsü kim?
7. Aşk nedir?
8. Mutluluğun sırrı nedir?
9. Tony Soprano öldü mü?
10. Ne kadar yaşayacağım?

Ask Jeeves temsilcileri, özellikle ABD'de çok popüler olan The Sopranos adlı gangster dizisinin son bölümü ardından pek çok kullanıcının muğlak bir sonla biten dizinin kahramanın akıbetini merak ettiğini belirtiyor. Site yöneticileri ayrıca tek ya da doğrudan bir yanıt vermesi zor olan meseleler konusunda kullanıcılara yol göstermek için 'yanıt verilemeyenler' bölümü oluşturuyor. Bu alanda topluluk üyeleri birbirlerinin sorularına yanıt verebilecek.

Logosu Jeeves adında bir uşak olan Ask Jeeves (Jeeves'e Sor), Google gibi daha popüler arama motorları karşısında rekabet etmeye çalışıyor. Bazı ülkelerde sadece Ask adıyla faaliyet gösteren sitenin kuruluş amacı, sadece anahtar kelimelerle değil de, soru kalıplarıyla da aramalara yanıt verebilmekti. Ancak şirket bazı sorulara basit ya da kesin bir yanıt sunmanın zor olduğunu kabul ediyor.

21 Eylül 2010

Fatmagül'ün Suçu Ne?

Hap içtik patladık, Fatmagül'e rastladık, Fatmagül'ün suçu yok, Biz onu Bihter sandık.


Aşkımız tatlı bir yalan
Loş ışıkta görülen rüyadan başka bir şey değilmiş yaşadıklarım
Şimdi anlıyorum ki yalan aşkımızın ateşi değil ben kendimmişim için için yanan
Senden geriye kalan küllenmiş bir beden
Utanma doya doya bak bu küller senin eserin
Bak şimdi savruluyor rüzgarlarda
Hiç bir zaman birleşmiyeceksine
Ağlamamı mı istesin seni sevdiğim için?
Yoksa sana küsmemi mi?
Beni düşünme, ben halimden memnunum
Çünkü bir insan müsveddesinin ne mal olduğunu gösterdin bana
Senin için hayaller kurarken ben
Neden bana böyle bir şey yaptın sen?

19 Eylül 2010

Kınalıada'nın Botsancı'ya Mopur Saatları

Kabataş Hattını yazdık, tabi Bostancı Yolunu da yazmamız gerekmez mi? Yoksa kışmamız mı gerekicek?

Huzurlarınızda Kınalıada - Bostancı Mopur Hareket Saatlarının Listesi

Botsancı - Kınalı Direct:
8:00 - 10:15 - 13:15 - 15:00 - 16:00 - 18:00 - 22:15 - 24:10
Pazar Günleri:
8:30 - 10:45 - 14:30 - 15:45 - 16:45 - 17:45 - 19:45 - 21:00 - 22:00 - 24:10
Sefer Müddeti : 25 Dakka

Botsancı - Büyükada - Kınalı
9:30 - 12:15 - 17:00 - 19:00 - 19:45 - 21:30
Pazar Günleri:
9:45 - 13:15 - 18:45
Sefer Müddeti : 80 Dakka

Kınalı - Botsancı Direct:
7:00 - 10:50 - 13:35 - 18:20 - 20:20 - 21:05 - 22:50
Pazar Günleri:
7:15 - 11:05 - 14:35 - 20:05
Sefer Müddeti : 25 Dakka

Kınalı - Büyükada - Botsancı
8:25 - 10:40 - 13:40 - 15:25 - 16:25 - 18:25 - 22:40
Pazar Günleri:
8:55 - 11:10 - 14:55 - 16:10 - 17:10 - 18:10 - 20:10 - 21:25 - 22:25
Sefer Müddeti : 80 Dakka

Bunların haricinde Mavi Marmara Motor Koperatifini unutmıyalım:
Bostancı - Kınalı:
7:10 (Burgaz) - 9:00 - 16:30 (Burgaz) - 23:00 (Tekmil)
Pazar Günleri:
9:15 - 11:30 (!) - 12:15 - 14:10 - 16:30 (Burgaz) - 18:30 (!) - 23:00 (Tekmil)

Kınalı - Bostancı:
8:00 - 9:25 (Burgaz) - 17:30 - 24:30
Pazar Günleri:
9:40 (Burgaz) - 11:55 (!) (Burgaz) - 12:40 (Burgaz) - 17:30 - 18:55 (!) (Burgaz) - 24:30

Not: (Burgaz) Yazılı seferlerde önce Burgazada'ya uğrar.
(!) İşaretli ve İtalik yazılı seferler 30 Kasım 2010 - 1 Nisan 2011 arasında çalışmaz.
(Tekmil) Seferi ise son sefer olup Bostancı - Büyükada - Heybeliada - Burgazada - Kınalıada - Bostancı Ring Seferi.

Ayrıca Pazar Günleri haricinde Yük Motorları da mevcuddur:
Bostancı'dan:
7:30 - 9:30 - 11:00 - 12:30 (Tekmil)

Ada - Köprü Vapor Saatları

Malum ki zaman bitti, artıkım Adaların Vaporları da azaltıldı:
Bugün eve giderken Eskelelerden birinden listeyi elime geçirdim.

Bugünden itibaren Ada Vaporları Kabataş İskelesinden aşağıdaki saatlarda hareket edecekler:

6:50 - 8:40 - 10:40 - 12:00 - 14:00 - 16:30 - 18:30 (D) - 19:40 - 23:00

Pazar Günleri İse:

7:00 - 9:10 - 10:30 - 12:00 - 14:00 - 16:30 - 18:15 (D) - 19:30 - 23:00

Dönüşler Büyükada İskelesinden Hareketler:

6:00 - 6:50 (D) - 8.35 - 10:20 - 12:40 - 15:00 - 17:20 - 18:15 (D) - 20:00

Pazar Günleri İse:

7:00 - 8:00 - 10:00 - 12:30 - 15:00 - 16:00 - 17:15 - 18:45 (D) - 21:30

(D) İşaretli seferler Kadıköy İskelesine UĞRAMAZ.

Büyükada - Kınalıada Arası Süre 45 Dakkadır.

Kedi Besleme Raporu


Mamalar hazırlandı, Adaya doğru yol alacaz :-))


Duvardaki Bir Kedi


Size bir şey diyeyim mi, kediler biz insanattan daha iyi poz veriyor.
Canım, sen ne de güzel şeysin öyle, yerim seni :-))


Bu kedi var ya, beni tırmaladı :-;((


Bunlar da benim Adadaki Kedilerim ...


Kedi Besleme Raporu

18 Eylül 2010 Cumartesi Günü İkindi Ezanını müteakip iki torba dolusu el yapımı mama Kınalıada'daki yolda görülen kedilere iki saat içinde dağıtılmış, fakat bu yemeklerin yarısından fazlası yenmediği cihetle büyük ihtimalle karga ve güvercin gibi kuşlara kalmıştır. Onlar da yemezlerse israf olucaktır.

Kedi besliyenlerin mama konusunda biraz seçici olmaları gerektiği işbu tecrübeyle imdı sabitleşmiştir.
Yani sadece "Etsuyu + Tavuksuyu + Ekmek + Püsküt" karışımlı ıslak mama tek başına fazlama bir işe yaramamaktadır, çünkü kediler bu karışımdan fazlama hoşlanmamışlardır.

Bilgilerinize Arz Eder, Saygılar Sunarım.

07 Eylül 2010

Haber

Belki pek kayda değer bir şeyler okuyamadınız uzun zamandır, ama tahmin edebilirsiniz ki beyin bazen tıkanır, içinde bir sürü şey birikmesine rağmen bu birikimleri yazıya dökmekte zorlanabilir :-((
Şu aralar Oniki Dev Adam ve Dünya Kupası gündeme bayağı bir meşgale veriyor, fakat ben hikayemin yönündebiraz küçük bir değişiklik yapmak istedim, bu cihetle imdı size eski zamanlardan yaşanmış veya hayal ürünü olduğu her zaman tartışılan bir öykü anlatacağım.

Öykümüz günümüzden uzun uzun yıllar öncesinde geçiyor.
Güneydeki iki komşumuz birbirleriyle yaptıkları savaşın en çetin günlerindeler. Radiolar ve Televisionlarda o günlerin bir numaralı gündemi iki devletin birbirlerine karşı saldırı ve savunma strategieleri ve tabi ki arada hakkın rahmetine kavuşan askeri ve sivil insanlar, bu konuda radyo ve televizyon sürekli haber geçiyor.
O günlerde Ankara merkezli büyük bir gazetenin sahibi de yazı işleri müdüründen talebi bir muhabirini sınıra gönderip en sıcak gelişmeleri yerinden haber almak, bu sayede diğer gazeteler ve sesli basından öne geçmek.
-Fakat o günlerde iletişim için mektup dışında fazlama bir alternatif yok, bilgisayar hak getire, telefon o bölgede yazdırmalı eh işte, teleks sadece büyük şehirlerde var-
Bizim müdür de kadrosundaki en yetenekli muhabirini de cebine o günlerin iyi bir miktar parasını cebine harcırah olarak cebine koyup sınır bölgesine gönderiyor.

Üç gün sorna gazeteye televizyon ve radiolardaki haberlerden daha ayrıntılı ve bilgili haberler gelmeye başlıyor. Hatta aralarda askerlerle yapılmış olan mülakatlar da cabası.
Gel zaman git zaman, aradaki biriki sefer küçük kesintiler dışında savaş haberleri düzenli olarak her gün gazeteye gelmeye devam ediyor.
Taa ki bir gün bizim muhabir Nevzat Tandoğan Meydanında yazı işleri müdürüyle burun buruna çarpıştığı dakkaya kadar. İlk şaşkınlıktan sorna müdür muhabirin yakasına yapışır:
"Lan sen ne arıyorsun burda!"
Muhabir ilk başta kem küm eder, fakat sonunda gerçeği açıklamak zorunda kalır.
Meğer kendisi Ankara'nın dışına hiç ama hiç çıkmamış, tüm haberleri Radiodan dinliyor, arada biraz da hayal gücünü kullanıp haberleri derleyip yazıyor, sorna da bu yazdıklarını Antep'teki kuzenine yolluyor, o da bunları hiç değiştirmeden sınırdaki postahaneden gazeteye postalıyormuş.

O muhabirin ve yazı işleri müdürünün akibetinin ne olduğunu hiç kimse bilmiyor şimdi, çünkü aradan çok zaman geçti.
Bu geçen zaman Thechnologieyi de değiştirdi, artıkım günümüzde Teleks yok kullanılmıyor, Mektup tarih oldu kağıt kalem kullanmayı unuttuk, Telefon derseniz ceplerimize girdi, Bilgisayardan anında Elektronik Mektup yolluyoruz, anında da gidiyor alıcı kişiye.

Bu hikayeyi neden mi anlattım?
Bu kadar ayrıntıyı boşverin, bu da benim sırrım olarak kalsın, ama o zamanın muhabiri de az malın gözü değilmiş, her ne kadar kandırmaca da olsa işin içinde haberlerinin hiç biri yalan değilmiş.